18 Ekim 2011 Salı

Aşağı Manhattan’daki Meydan İşgali, Temsil Başarısızlığından Söz Ediyor


Michael Hardt ve Antonio Negri
Wall Street’i İşgal Et pankartı altında yapılan gösteriler, sadece ekonomik adaletsizliği geniş anlamda dillendirdikleri için değil, aynı zamanda ve belki daha da önemlisi, sorunları ve istekleri dillendirdikleri için pek çok insan arasında yankı uyandırıyor. Protestolar Aşağı Manhattan’dan çıkıp, ülke çapındaki kentlere ve kasabalara yayıldıkça, şirketlerin açgözlülüğüne ve ekonomik eşitsizliğe karşı öfkenin gerçekliği ve derinliği ortaya çıkmakta. Ama en az bunun kadar önemli olan şey, politik temsilin yetersizliğine –veya başarısızlığına- karşı protestodur. Politik temsilin yetersizliği veya başarısızlığı, o veya bu politikanın ya da o veya bu partinin etkisiz veya yozlaşmış olması değil (ki bu çok doğru olmasına rağmen) çok daha genel anlamda temsili politik sistemin yetersiz olmasıdır. Bu protesto hareketi, samimi bir demokratik kurucu sürece dönüşebilir ve belki de dönüşmelidir.
Wall Street’i İşgal Et protestolarının politik yüzü, onu geçen yılki diğer “meydan işgalleri” ile birlikte konumlandırdığımızda görünür hale gelir. Bunlar birlikte bir mücadele döngüsünün ortaya çıkışını biçimlendiriyor. Pek çok durumda, etkileme çizgileri açıktır. Wall Street’i İşgal Et protestosu, geçtiğimiz bahar aylarının başında Kahire Tahrir Meydanı’nın işgalinin peşinden İspanya’da 15 Mayıs’ta başlayan meydan işgallerinden esinleniyor. Bu gösterilere, bir dizi paralel olay eklenebilir; örneğin, Wisconsin parlamento binasındaki protestolar, Atina’da Syntagma Meydanı’nın işgali ve ekonomik adalet için İsrail çadır kamplarındaki protestolar. Bu çeşitli protestoların içeriği, elbette çok farklıdır ve bu protestolar başka yerlerde olanların yinelenmesi değildirler. Tersine bu hareketlerin her biri, birkaç genel bileşeni kendi içinde bulunduğu koşula uyarlamak durumunda kalmıştır.
Tahrir Meydanı’nda işgalin politik doğası ve protestocuların hiçbir şekilde mevcut rejim tarafından temsil edilemeyeceği gayet açıktı. “Mübarek gitmeli” talebi, diğer bütün meseleleri içerecek kadar güçlü bir etki sağladı. Sonrasında Madrid’in Puerta del Sol ve Barcelona’nın Placa Catalunya Meydanlarında kurulan protesto kamplarında, politik temsilin eleştirisi çok daha karmaşıktı. İspanya’daki protestolar, borç, barınma ve eğitim gibi sorunları dikkate alan daha geniş kapsamlı bir toplumsal ve ekonomik sorun yelpazesini birleştirdi, ama bu protestoların, İspanya basını tarafından başta duygu olarak tanımladıkları “öfke”si, açık açık, bu sorunlarla baş edemeyen politik sisteme yöneltilmişti. Mevcut temsili sistem tarafından sunulan sahte demokrasiye karşı, protestocular, kendi ana sloganlarından birini, “Democracia real ya” veya “Gerçek Demokrasi, hemen” sloganını ortaya attılar.
Wall Street’i İşgal Et, demek ki, bu politik taleplerin sonraki gelişimi ve değişimi olarak anlaşılmalıdır. Elbette protestoların açık ve anlaşılır mesajlarından biri, bankacıların ve finans endüstrisinin hiçbir şekilde bizi temsil etmemesidir: Wall Street için iyi olan, kesinlikle ülke (ya da) dünya için iyi değildir. Temsiliyetin en görünür başarısızlığının, insanların çıkarını temsil etmekle yükümlü olmasına rağmen aslında açıkça bankaları ve kredi kuruluşlarını temsil eden politikacılara ve politik partilere atfedilmesi gerekir. Böyle bir kabul, görünüşte naif ve basit bir soruya yol açar: Demokrasinin insanların kent, yani toplumsal ve ekonomik yaşamın bütünü üzerindeki yönetimi olduğu varsayılmaz mı? Bunun yerine politika, ekonomik ve finansal çıkarlara boyun eğer hale gelmiş durumda.
Wall Street’i İşgal Et protestolarının politik niteliği üzerinde ısrarla durmak derken, onları sırf Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki çekişmeler veya Obama yönetiminin geleceği zemininde değerlendirmeyi kastetmiyoruz. Eğer hareket devam ederse ve büyürse, elbette Beyaz Saray’ı veya Kongre’yi harekete geçmeye zorlayabilir ve hatta sonraki başkanlık seçimi döneminde önemli bir çekişme alanı haline gelebilir. Ama Obama ve George W. Bush yönetimlerinin her ikisi de, banka kurtarma operasyonlarının failidir; protestoların öne çıkardığı temsiliyet yetersizliği sorunu, her iki parti için de geçerlidir. Bu bağlamda İspanyolların “gerçek demokrasi, hemen” çağrısı, hem acil hem de meydan okuyan bir çağrıdır.
Kahire ve Tel Aviv’den Atina’ya, Madison’a, Madrid’e ve şimdi de New York’a yayılan bu farklı protesto eylemlerinin hepsi, mevcut politik temsili yapılardan duyulan hoşnutsuzluğu dile getiriyorsa, o zaman alternatif olarak ne sunuyorlar? Hedefledikleri “gerçek demokrasi” ne? Bununla ilgili en açık ipuçları, hareketlerin kendi iç örgütlenmelerinde, özellikle meydanlarda kamp kuranların yeni demokratik pratikleri deneyimleme biçimlerinde bulunabilir. Bu hareketlerin hepsi, bizim “çokluk biçimi” olarak adlandırdığımız şeye göre gelişmişlerdir ve çoğunlukla meclisler ve katılımcı karar-alma yapıları ile nitelenirler. (Bu bakımdan, Wall Street’i İşgal Et ve diğer pek çok gösterinin, en azından 1999’daki Seattle’den 2001’deki Cenova’ya uzanan küreselleşme karşıtı hareketler içinde derin kökleri olduğunu kabul etmek önemlidir.)
Bu hareketlerin çoğu, meydanların işgal edilmesinde işe yarayan Facebook ve Twitter gibi sosyal medya kanalları sayesinde oluşmuştur. Böyle network araçları, elbette hareket yaratmazlar, ama bazı bakımlardan yatay ağ yapılarına ve bizzat hareketlerin demokratik deneyimlerine uygun oldukları için işe yarayan araçlardır. Başka bir deyişle Twitter, sadece bir eylemin duyurulması için değil, büyük bir meclisin, belli bir karar hakkında görüşlerinin gerçek zamanlı biçimde oylanmasına olanak tanıdığı için de yararlıdır.
Çeviren: Münevver Çelik
Otonom yayıncılık editörü

Hiç yorum yok: